Wednesday, November 15, 2006

tombouctou - sonunda

timbuktu'ya ulasmak benim icin tarihteki sanina yarasir bir varis oldu... defalarca cabalayip gidemedigim, en sonunda ulastigim, kumlarin isgal ettigi mit sehir...

sade bir goze, heryerini kumlarin kapladigi ve hatta yedigi, yarim gunde gorulecek herseyin gorulebildigi, sonrasinda bir otelin terasinda oturmakla tamamlanacak bir yer belki timbuktu. arkasina da eklenecek cumle buyuk ihtimalle, bunca meth ettikleri, sehir dedikleri yer burasi miymis?

ama benim gozume bambaska geldi timbuktu... ulasamamdan dolayi cok dusunup kurdugum, okudugum ve gordugumde husrana ugrayacagimi dusunuyor olmama ragmen husrana ugramadigim sukunet...

timbuktu Mali'nin kuzeyinde colden onceki son yerlesim yeri. ozellikler 11-15. yuzyillar arasinda colden gelen ticaretin kontrol edildigi, bir donemin baskenti ve Islam merkezi. sadece sehirle havalimani arasini asfalt yol bagliyor, ancak kum ve ruzgarlarin eritmesinden dolayi bolge bolge devamli tamir altinda. yollarda, evlerin icinde, elinde, yuzunde, ayaginda yumusak gelen bej gri arasi kum var... her evin onunde camurdan yapilmis, aksamlari kirmizi gozleri andiran bosluklari ile ekmek firinlari sokaklari susluyor.

su anda sehirde yerlesik yabancilar haricinde uc kabile yasiyor. kabileler arasindaki isbolumu ise yuzyillardan beri hala ayni sekilde devam ediyor. Tuareg'ler (colun mavi insanlari-indigo entariler ve turbanlar ile dolastiklari icin yabancilar tarafindan bu unvan yakistirilmis) coldeki kervanlara bekcilik ediyorlar ve nispeten hayvancilik ile ugrasiyorlar. Bela'lar (yuvarlak sekildeki hasir cadirlarindan taniniyorlar) tum tas, insaat islerini ve kuskus yetistirmekle ugrasiyorlar. Fulani'ler ise (kadinlari uzerlerindeki kocaman kupeler ve renkli takilardan, erkekler ise baslarindaki cin sapkasi gibi sapkalardan taniniyorlar) nehrin diger tarafindaki yerlesimlerinde tarim ile ugrasiyorlar. insanin dogasindan gelen is bolumu yuzyillardir bu kabileleri colun kiyisinda yasatiyor ve yasatmaya devam edecek.


Bela cadiri

Tuareg'ler sehirlerde olduklarindan cok farkli burada. tenlerinin renginden Arap kokenli olduklari dusunulen, sehirlerde hic dusunmeden herkesi kazikladiklarina inanilan ve guvenilmeyen kabile burada dost oldugunuzu anladiklari anda evlerini acan, en genis misafirperveligi gosteren insanlar oluyorlar. cok sessizler, kendi aralarinda konusurken etrafta uyuyan birini uyandiracakmis edasi ile yavas yavas konusuyorlar. ozellikle kadinlar, pahali olan indigo kumaslardan entarileri giymediklerinde, rengarenk ve cok guzeller...

Bela'lar sehre daha yakin ve hatta icine yerlesmeyi tercih etmisken, Tuareg'lerin sehirdeki belli bir bolgedeki tas evlerdeki yerlesimleri haricinde asil kamplari colde. yolda giderken iki cadir goruyorsunuz ve rehber diyor ki bu yerlesimde 25 aile yasar. "iki cadirda 25 aile mi yasiyor ???" sonradan ogreniyorsunuz ki, yerlesim dedikleri aslinda belli bir bolge uzerinde, birbirinden uzak noktalara konumlanmis birerli ikiserli cadirlar. su rahatlikla bulunmadigi icin, belli zamanlarda cadirlar sokulup yer degisitiriyor ve halen gocebe olarak yasamaya devam ediyorlar.

dusundugunuz gibi ucsuz bucaksiz, goz alabildigine kumullarin oldugu yerler degil bahsettigim yerler. onlar icin deve uzerinde bir iki gun yol gitmek gerekirmis. ama ufak agaclarin, otlarin kum ile birlestigi, hayat buldugu yerler buralar...

gezim sirasinda karsilasmis oldugum Amerikali ciftin, beni dugun seramonilerine davet etmeleri en buyuk sanslarimdan biriydi. sehirden 8-10 kilometre ileride, sadece benzer seramoniler icin kurulmus alan, buyuklu kucuklu cadirlardan olusuyor. cift, normal sartlar altinda yedi gun suren seramoninin sadece belli bir bolumu ile, gelinin deve uzerinde ingido kiyafetler ve takilar ile getirilmesi ve belediye baskaninda katildigi legal bir sekilde evlendiler. onlari ve beni en sasirtan soru ise sanirim "monogamiyi mi, yoksa poligamiyi mi seciyorsunuz?" oldu. :)


seramoni alani / cadirlari

rengarenk yaygilari uzerinde, deri yastiklara yaslanarak uzandiklari, masmavi entarileri icinde uc adim otelerinde develer otururken, garip bir Tuareg muzigi duydugun. duydugunun muzik degil, telefon melodisi oldugunu anladigin, kimsenin hareketini bozmadan son model telefona cevap vererek ciddi is gorusmeleri yaptigi, colun kiyisindayim, kus ucmaz dedigin yerlere bile baz istasyonlarinin ulastigini son anda fark ettigin, teknolojinin sadece bu kadar ile nufus etmis oldugu bir diyar...

bunu nasil soyleyecegimi bilemiyorum ama namazin bu kadar yakistigi bir yer gormedim ben. Djenne'de bir cenaze namazi gormustum, o heybetli camur camii nin avlusunda, ne kadar baska gelmisti. ama kumlarin uzerinde yalinayak, rengarenk entarileri ve turbanlari ile, hele ki gun batiminda kibleye dogru donup yanyana duran adamlarin hareketleri, nasil boyle siirsel bir goruntu katar dogdugumuz gunden beri bildigimiz namaza...

Amerikalilari gecelerinin keyfine, kendimi yildizlarin, sessizligin ve ufak esintinin keyfine birakip geri dondum yavasca.

karlar altindaki Ihlara Vadisine bakarken hissettigim huzuru, guveni ve insanin doga ile olan butunlugunu tekrar hissedebilecegimi hic dusunmemistim. belki daha bile derinden hissettim bu sefer...

niceleri soylenmistir, niceleri yazilmistir, her sehir her goze baska gelir, goz ayni imgeyi gorse bile beyin baska anlar.
iste bu da benim Timbuktu'm...

1 comment:

Anonymous said...

Yazını okuduktan sonra şimdi farkına vardım...Neden buralara gitmek için bahaneler üretip kendine sakladığını....

Tebrik ederim bu şekilde daha iyi olmuş.


" Bir şerkette çalışanların bir kısmına grup halinde iken yeni fikirler üretmeleri istenmiş, çalışanların diğer kısmınada yanlız olarak bir şeyler üretilmesi istenmiş ve sonuçta insanlar yanlız başlarına daha çok fikirler üretebilmiş. Burdan çıkan sonuç insanlar grup halindeyken birbirlerinin fikirlerin kısıtlamaları."