Showing posts with label bamako. Show all posts
Showing posts with label bamako. Show all posts
Sunday, October 22, 2006
sephia
bildigim kadari ile bir fotograf teknigi. teknik derken bile duraliyorum biraz aslinda, son donem dijital fotograf makinalarinda, efekt menusunun altinda siyah/beyaz, floresan, vs. ile beraber yeralan bir efekt, yeni taniyanlar icin. eskiden bilenler icin ise genelde cok eski siyah beyaz fotograflarin sararmis gibi olanlari. fotografta ozellikle teknik olarak kullaniliyor mu bilmiyorum?
neyse konumuz aslinda, fotografta gordugunuz renkler icinde bulunan bir ortamda kalip kalmadiginiz uzerine... ben kaldim... bir aksamustu, kapinin onune ciktigimda, renkler degisik geldi. kapi, aylardir bildigim ayni kapi, renkler ise alisik olmadigim renkler. acik kahverengi veya koyu sari, gorunen her nesneyi kaplamis. algi; rengi eski fotograflarla ilk defa tanimis oldugu icin, bir anda kendimi 30'larda 40'larda zannettim. sanki o gunlerin gercek renkleri bu renklermis gibi... efektin degil gerceginin icinde olmak keyifli idi...
kum dedigin nedir, her yerde bulunur
fotografta gordugunuz insanlar ne mi yapiyor? ilk bakista kesinlikle balik tutuyor gibi gozukuyorlar degil mi... ama yakindan bakinca genelde teknenin uzerinde ve suda olmak uzere bir kisi goruyorsunuz. teknenin ici yarisina kadar kum ve su dolu. hala anlam veremiyorsunuz. bir yandan kovayi tekneye bosaltmaya calisirken diger taraftan da teknedeki suyu tekrar nehire atmaya calismasi ise daha da garip. ve sudaki adam kayboluyor nehrin icinde, arkasindan bos kovayi surukleyerek. yarisi kum yarisi su dolu kova ile biraz sonra beliriyor su yuzeyinde.
nijer nehri kullanim kosullarina bir tanesi daha eklendi. sehirde kullanilan kum, nehrin dibinden cikiyormus meger. inanilmaz bir sey... nehre eli degdiginde bile yikayacak yer arayan bizler icin daha da inanilmaz. sabahtan aksama kadar ahsap pirogue larin uzerinde, 5 cm onunu goremedigin suya dalarak, dipten kum cikartma cabasi. sadece onunla da bitmiyor. teknelere yuklenen kum, sahile yanasilinca ilk once bir yere istifleniyor, eleniyor ve kamyonlara yukleniyor. bahsettigim olayin her etabi kurek kurek atilarak yapiliyor.
Friday, September 22, 2006
bazen / pazen
filmlerde, fotograflarda gorursunuz Afrika insani renkli giyimlidir. gordukleriniz gercek ile kiyaslandiginda renksiz sayilir :-) kadini, erkegi, genci, yaslisi renkli... bildiginiz ne kadar renk varsa dusunun ve o renklerin hepsinin yakistigi bir irk gozunuzun onune getirin...
pazen baska ulkelerde dokunup buraya gelen, kendi icinde desenleri olan beyaz pamuklu bir kumas. kumasa tum guzelligini veren boyasi. genelde ev avlularinda, genc kizlarin elinde kazanlarin icinde renkten renge burunuyor, bir bastan digerine asili bir suru ip uzerinde kurutuluyor, desenler veriliyor. bir nevi batik...
iyi pazenin metresi 10 dolar dan baslayip yukari cikiyor. dikilmis olanlari da bulunabilir ama alisilmis olani boyanmis kumasi alip, diktirmek. bana yakisip yakismayacagini bu cuma gorecegiz. renk cumbusune katilabilecek miyim, katilamayacak miyim :-)
Bamako Chic The Woman Cloth Dyers of Mali
Sunday, August 20, 2006
dilenci
dusun Bamako'nun en genis yollarindan birinde sari taksinin icinde gidiyorsun. iki seritli asfalt yolu genis bir refuj ayiriyor, nadir kirmizi isiklardan bir tanesinde duruyorsun. saat alti civari, gunes yavas yavas batmaya baslamis. genelde santiyeden o kadar erken cikmadigin icin etrafi inceliyorsun bir yandan. araba her durdugunda etrafi dilenen cocuklar, kadinlar ve sakatlar kapladigi icin, ilk once fark edemiyorsun refujun uzerinde yatan adami. dirsegini betona yaslamis, bir eli basinin altinda, digeri sopaya tutturulmus kartonu onemsizcene tutarak uzaniyor. adamin bir bacaginin sakat oldugunu fark ediyorsun, gormeye alistigin bir goruntu artik, sonra hafifce gozun kartona kayiyor. buyuk kirmizi harflerle altalta yazilmis iki ingilizce kelime; "WARM VAGINA". kelimelerin ingilizce yazilmis olmasi ilk sok, kelimelerin manasi ikinci sok, adamin boyle bir yaziyi gostererek dileniyor olmasi ise ucuncu sok.
fotograf makinam yanimda degil diye uzuldum, bir kere daha adami bulmaya calisacagim. ama bir arkadasim demisti ki, en guzel fotograflari gozlerin ceker. donduramadiklarina aklinda zaman icinde devamli geri donersin ve dondurduklarindan daha net hatirlarsin. bir tane daha eklendi gozlerimin cektigi fotograflara...
fotograf makinam yanimda degil diye uzuldum, bir kere daha adami bulmaya calisacagim. ama bir arkadasim demisti ki, en guzel fotograflari gozlerin ceker. donduramadiklarina aklinda zaman icinde devamli geri donersin ve dondurduklarindan daha net hatirlarsin. bir tane daha eklendi gozlerimin cektigi fotograflara...
Tuesday, July 25, 2006
insanlar nereye gidiyor ?
buralara alismis oldugumuzun bir gostergesi.
iki uc gun once Bamako'ya gelen bir beyin gozlemi. "insanlarin gidecekleri veya yapacaklari birsey yok bu melekette ama daimi bir hareket var, herkes bir yerden bir yere gidiyor, anlayamadim..."
ilk soylediginde pek dusunmedim uzerinde, ancak arkasindan sokaklari dusununce gercek payinin ne kadar yuksek oldugunu fark ettim ve kendi kendime ben fark edememisim dedim. ozellikle biz Batililar icin sosyal anlamda pek fazla yapilacak veya gidilecek yer yok burada, aslinda bu durum dogma buyume Bamako'lu insanlar icinde gecerli.
normal sartlar altinda oturur pozisyonda gordugunuz herkes, sokak kenarlarinda birer sandalye uzerinde ya evinin, ya dukkaninin, ya tezgahinin onunde oturuyor ve bulunduklari bolgenin disina ciktiklarina dair bir izlenim hicbir sekilde uyandirmiyorlar. ama sokaklara (arac yollarina) baktiginizda, yuruyen, kosan, bisiklette, motorda, yesil minibuslerde, arabalarda sabah yediden aksam sekize daimi ve kalabalik bir hareket var...
bu insanlar ne icin, nereye gidip, nereden geliyorlar ???
iki uc gun once Bamako'ya gelen bir beyin gozlemi. "insanlarin gidecekleri veya yapacaklari birsey yok bu melekette ama daimi bir hareket var, herkes bir yerden bir yere gidiyor, anlayamadim..."
ilk soylediginde pek dusunmedim uzerinde, ancak arkasindan sokaklari dusununce gercek payinin ne kadar yuksek oldugunu fark ettim ve kendi kendime ben fark edememisim dedim. ozellikle biz Batililar icin sosyal anlamda pek fazla yapilacak veya gidilecek yer yok burada, aslinda bu durum dogma buyume Bamako'lu insanlar icinde gecerli.
normal sartlar altinda oturur pozisyonda gordugunuz herkes, sokak kenarlarinda birer sandalye uzerinde ya evinin, ya dukkaninin, ya tezgahinin onunde oturuyor ve bulunduklari bolgenin disina ciktiklarina dair bir izlenim hicbir sekilde uyandirmiyorlar. ama sokaklara (arac yollarina) baktiginizda, yuruyen, kosan, bisiklette, motorda, yesil minibuslerde, arabalarda sabah yediden aksam sekize daimi ve kalabalik bir hareket var...
bu insanlar ne icin, nereye gidip, nereden geliyorlar ???
Thursday, May 25, 2006
raindrops ...
see the rain
feel the rain
watch how it prepares itself
witness how it lets itself into being
experience how it evaporates
in nature, human awareness can be find...
all matters, prepare themselves to come into being
visualize and evaporate
as they are plain raindrops
which visualize and evaporate
while giving life to others
accepting all as self is up to one...
feel the rain
watch how it prepares itself
witness how it lets itself into being
experience how it evaporates
in nature, human awareness can be find...
all matters, prepare themselves to come into being
visualize and evaporate
as they are plain raindrops
which visualize and evaporate
while giving life to others
accepting all as self is up to one...
Friday, March 17, 2006
Yaptigimiz, yaptirdigimiz, getirip yedigimiz Turk yemekleri
gullac
kuru baklava
lahmacun
asure
ispanakli borek
sosyete mantisi
gul boregi
zeytinyagli yaprak sarma
manti
etimek tatlisi
acibadem
ulker gofret
eti cin
biskrem (hem de Bamako bakkallarindan...)
kokorec
kunefe
beze
mucver
pestil
erik
kuru baklava
lahmacun
asure
ispanakli borek
sosyete mantisi
gul boregi
zeytinyagli yaprak sarma
manti
etimek tatlisi
acibadem
ulker gofret
eti cin
biskrem (hem de Bamako bakkallarindan...)
kokorec
kunefe
beze
mucver
pestil
erik
Monday, January 30, 2006
lahmancun, ayran ve Istanbul restaurant ...
insani uzakta ne mi mutlu eder ???
tanidik suratlar, tanidik tadlar derim ben... uc dort aylik bir aradan sonra Emre'nin kisa sureligine olsa da Bamako'ya ugramasi, bir aylik bir aradan sonra Cem'in geri donmesi tanidik suratlar kismini doldurdu (tabi gonul isterdi Cenk'te donmus olsun ama) tanidik tadlarda ise lahmacun ve ayran ikilisi vardi.
mekanik ekibinin elemanlarindan birinin yaptigi lahmacunlar, Serhat'in organizasyonu ile birlesince, nerdeyse tum kadro olarak Istanbul restaurant taki masanin etrafini doldurduk. alti gun yetmiyormus gibi yedincisinde de calisip, toplantilardan nefret etmis, santiyede uzerine yapisan lateriti gundelik yasamin bir parcasi olarak algilayip, pacalarindaki kollarindaki kirmizi topragi benimsemis on bes kisi...
sumakli soganlar, domatesler, limonlar ve marulun ortasinda koskocaman bir tepsi uzerindeki firindan yeni cikmis, dumani tuten altmisa yakin lahmacun ve arkasindan demleme olmasada, ince belli de durmasada cay...
Bati Afrika'da, adi Istanbul olan Turklerin islettigi bir restaurantta, Zeki Metin Bey'lerin hikayeleri esliginde attigimiz kahkahalarla, bir pazar aksam ustu Turkiye'de yediklerimizden farki olmayan lahmacunlari yemek, evden binlerce kilometre uzakta olmayi bir iki saatligine biraz olsun azalltti sanki.
Saturday, January 14, 2006
taranta-babu
ocak 13, 2006 Fransiz Kultur Merkezi - Bamako
Bamako'daki Fransız Kultur Merkezi eski ama keyifli bir bina. Merdivenleri acik alanda, ortasinda ufak bir barin oldugu avlulu bir mekan. Konserler veya film gosterilerinin yapildigi salon bu avlunun solunda kaliyor. Celik konstruksiyon uzeri, sahne harici, duvarlari parca tas kapli, kapidan girdiginizde uzerinizde kalan ufak bir asma kati olan ufak ama sicak bir seyir merkezi. Sehirdeki modern veya Batı dunyasina yakin, izlenebilecek konserlere veya filmlere ancak buradan ulasabiliyorsunuz...
taranta-babu, sansimizi deneyelim diyip gittigimiz, ilk onbes dakikada cikan yerli grubun asil grup oldugunu sanip, caldiklari muzikleri dinleyince "iste afrikan cazi" bu oluyor herhalde diye dusunup, arkasindan cikan genc beyazlari gorunce "aman Tanrim, bunlar ancak kafamizi sisirir" diye ikinci bir onyargiya kapildigimiz, ancak tahminlerimizin uzerinde, kulagimizin pasini atan, sevdigimiz, birkac kere daha dinlemek isteyecegimiz grup...
taranta-babu, sansimizi deneyelim diyip gittigimiz, ilk onbes dakikada cikan yerli grubun asil grup oldugunu sanip, caldiklari muzikleri dinleyince "iste afrikan cazi" bu oluyor herhalde diye dusunup, arkasindan cikan genc beyazlari gorunce "aman Tanrim, bunlar ancak kafamizi sisirir" diye ikinci bir onyargiya kapildigimiz, ancak tahminlerimizin uzerinde, kulagimizin pasini atan, sevdigimiz, birkac kere daha dinlemek isteyecegimiz grup...
Thursday, November 24, 2005
my first thanks giving meal
had heard about thanks giving so many times, had seen the meals on the movies but never attended one till today. (thank you BC for inviting me) experiencing it in a % 90 muslim West African city with American's was another thing, actually the main thing...
we, Turkish people say that we take our culture to everywhere we go. today i doubted... i kind of felt weird when i first entered the house, except me everybody was there on a purpose, to celebrate the Thanks giving, to carry on the tradition that they had seen from their parents. as i learned today, starting point of thanks giving was (as America had so many immigrants in the old days) to gather family and different people (cultures) and share all there is, remember the family values ( or maybe in a way, feel the connection through). while eating the turkey cooked by David, sweet potatoes by BC, pumpkin pie by Curt, i thought that maybe they are remembering or celebrating their traditions more than we do...
having Nate (hey Nate, you are on my blog :) ) and Donn with me was kind of relieving, at least talking to them kind of made me feel like i was from the family. actually in 20-30 people who was over there, probably they were the only two, not counting the married couples, who had known eachother for a long time, so the day was serving truly as a gathering...
thinking about carrying on traditions and comparing us with them was interesting... as our traditions goes far back than America and as we believe that we carry on with them whereever we are, is a simple illusion. today what i realised is, instead of traditions we are mostly trying to take our daily lives with us and live through it. when it comes to religious or etc. holidays we act accordingly, but do we live and feel as they were? today the American's at the house i was invited, was living the day as much as they can with the conditions in hand in the traditional way, which i truly enjoyed...
we, Turkish people say that we take our culture to everywhere we go. today i doubted... i kind of felt weird when i first entered the house, except me everybody was there on a purpose, to celebrate the Thanks giving, to carry on the tradition that they had seen from their parents. as i learned today, starting point of thanks giving was (as America had so many immigrants in the old days) to gather family and different people (cultures) and share all there is, remember the family values ( or maybe in a way, feel the connection through). while eating the turkey cooked by David, sweet potatoes by BC, pumpkin pie by Curt, i thought that maybe they are remembering or celebrating their traditions more than we do...
having Nate (hey Nate, you are on my blog :) ) and Donn with me was kind of relieving, at least talking to them kind of made me feel like i was from the family. actually in 20-30 people who was over there, probably they were the only two, not counting the married couples, who had known eachother for a long time, so the day was serving truly as a gathering...
thinking about carrying on traditions and comparing us with them was interesting... as our traditions goes far back than America and as we believe that we carry on with them whereever we are, is a simple illusion. today what i realised is, instead of traditions we are mostly trying to take our daily lives with us and live through it. when it comes to religious or etc. holidays we act accordingly, but do we live and feel as they were? today the American's at the house i was invited, was living the day as much as they can with the conditions in hand in the traditional way, which i truly enjoyed...
Monday, November 07, 2005
yalnizligin farkli bir yuzu
insana sorarlar Turkiye bir tane bile tas kirma makinesi, arazisi gordun mu diye... gormedim, belki de ondandir bu kadar etkilenmis olmam.
sehir ve asfalt, koy ve asfalt derken koyler ve toprak yol uzerinden boslugun ortasindaki alana vardik. ne kadar mi kaldik belki on belki yirmi dakika...
toprak yolun bittigi noktada karsimiza tek katli 2-3 yapi arasinda, arkasina agirlik bagli, borudan yapilma bir barikat veya kontrol noktasi cikti. bombos ve kocaman bir arazi, uzerinde de ogutucu makineler ve farkli ebatlardaki taslar... yasayan, yasanan bir yalnizlik imgesi. arti seklinde oldugunu dusundugum makinelerden bize yakin olani, rahatsiz edersen uyanip, saga sola uzanmis kollarini cirparak kanatlanacak bir canavari andiriyor. taslarin kirilmasindan olusan tozu sicak ruzgar istedigi yone gotururken arazi bej, gri karisimi yogunlasmamis sisin arkasinda uzaniyor. sisin arasindan, soldaki kolun arkasinda kalmis huniye benzeyen parcanin uzerinde, kendinden 3 kat kucuk bir adam, tozdan etkilenmemek icin giymis oldugu koyu renkli kiyafetinin icinde makine basinda birseyler yapiyor. sabahin erken saatleri, gunes arkamizda, sis onumuzde, uzakta yapraklari dokulmus agaclar, kum firtinasi icinde kalmiscasina bir var oluyorlar bir yok... insan gunesin farkli acilarinin araziyi, makineleri, insanlari, sisi nasil sekillendirecegini merak ediyor ama zaman cok kisa.
bazi goruntuleri ancak gozlerinle fotograflarsin demisti bir arkadasim, ama cektigin fotograflardan cok daha etkili olurlar, cunku dondurabilseydim nasil olacaklardi diye senelerce dusunursun ve dondurdugun bir cok kareden daha kalici olurlar senin icin...
sehir ve asfalt, koy ve asfalt derken koyler ve toprak yol uzerinden boslugun ortasindaki alana vardik. ne kadar mi kaldik belki on belki yirmi dakika...
toprak yolun bittigi noktada karsimiza tek katli 2-3 yapi arasinda, arkasina agirlik bagli, borudan yapilma bir barikat veya kontrol noktasi cikti. bombos ve kocaman bir arazi, uzerinde de ogutucu makineler ve farkli ebatlardaki taslar... yasayan, yasanan bir yalnizlik imgesi. arti seklinde oldugunu dusundugum makinelerden bize yakin olani, rahatsiz edersen uyanip, saga sola uzanmis kollarini cirparak kanatlanacak bir canavari andiriyor. taslarin kirilmasindan olusan tozu sicak ruzgar istedigi yone gotururken arazi bej, gri karisimi yogunlasmamis sisin arkasinda uzaniyor. sisin arasindan, soldaki kolun arkasinda kalmis huniye benzeyen parcanin uzerinde, kendinden 3 kat kucuk bir adam, tozdan etkilenmemek icin giymis oldugu koyu renkli kiyafetinin icinde makine basinda birseyler yapiyor. sabahin erken saatleri, gunes arkamizda, sis onumuzde, uzakta yapraklari dokulmus agaclar, kum firtinasi icinde kalmiscasina bir var oluyorlar bir yok... insan gunesin farkli acilarinin araziyi, makineleri, insanlari, sisi nasil sekillendirecegini merak ediyor ama zaman cok kisa.
bazi goruntuleri ancak gozlerinle fotograflarsin demisti bir arkadasim, ama cektigin fotograflardan cok daha etkili olurlar, cunku dondurabilseydim nasil olacaklardi diye senelerce dusunursun ve dondurdugun bir cok kareden daha kalici olurlar senin icin...
Thursday, October 27, 2005
LE BOA [KAO]
Bamako'da kendimi bir şekilde evimde hissettiğim sayılı mekanlardan bir tanesi...
iki katlı müstakil evin beyaz boyalı ufak demir kapısından bahçesine girerken binanın bir restaurant olduğunu zar zor anlıyorsunuz. ön bahçede sizi çim yerine ufak çakıllar, solunuzda diz üstüne kadar yükselen arka arkaya ve yanyana dizilmiş, ufak ufak mumların kımıldayan alevlerinin zorlukla görüldüğü, 20 veya 30 toprak testi karşılıyor.
binanın giriş katı restaurant üst katı ise sanırım ev. bir Fransız çiftin işlettiği, en kalabalık halinde 4 masanın dolu olduğu, İstanbul, New York, vs isimli dondurma çeşitlerini bulabildiğiniz sakin mekan... hanım muhtemelen sanatla ilgilenen biri, kendi yapmış oldukları şapka, terlik, takı gibi ufak tefek şeyleri odalardan birinde satıyorlar.
mozaik zeminin yanında yükselen farklı renklere boyanmış, üzerinde baskılar olan duvarlar 3,5 - 4 metre de ancak tavanı yakalıyor. duvarlarda siyah beyaz Afrika doğası ve insanı fotoğraflarından, büyük şehir klüplerinin önünde çekilmiş flu fotoğraflara, yağlıboya tablolara kadar farklı görüntüler var. ancak mekanlar ufak ufak birbirine bağlanan odalar olduğu için duvardakiler birbirine karışmıyor . bir şekilde hepsinin ortak bir lisanı var. genelde 2 kişilik masalar yanyana getirilerek kalabalık gruplara hizmet ediyor. 2 odada ise alçak bir sehpa etrafındaki dört geniş, kolsuz, oturduğunda insanı kavrayan koltuk sadece kahve veya şarap içmeye, kitap okumaya gelmiş müşterileri bekliyor. dekorasyon dergilerinden, fotoğraf kitaplarına, Edgar Alan Poe'dan çizgi romanlara kadar, tek dez avantajı Fransızca olmaları olan, eden zengin bir kütüphaneleri var. kütüphane dememe aldanmayın, bahsettiğim kitaplar dergiler, düzenli şekillerde mekanın çeşitli noktalarına yayılmış okunmayı bekliyor.
duvarlarda asılı hasırdan yapılma aksesuarları, masaların üzerindeki kağıt şapkalı lambalar tamamlıyor...
bir de kendilerine ayırmış odukları arka bahçeye çıkıp oturabilsek, 1-2 metrelik mozaik döşemenin üzerindeki koltuklarda otururken yemyeşil çimlerin kokusunu duysak ve ensemizin üzerinden ahşaptan yapılmış antika 2 metreye yakın kabile ikonu heykelinin bizi seyrettiğini bilsek, keyfime ne demezsiniz...
Saturday, August 20, 2005
Bamako
ortasindan gecen Nijer Nehri tarafindan ikiye bolunmus, genelde tek katli yapilardan olusan bir sehir Bamako. sehri nehrin saginda ve solunda olarak tanimlayacagim. nehrin sehri ikiye bolmus olmasi İstanbul ile benzerlik tasiyor. sag taraf daha cok sakin yerlesimin ve universitenin oldugu, daha duzenli, eglence ve is hayatindan uzak, sol taraf ise bankalarin, baskan sarayinin, sinemanin, eglence mekanlarinin, restaurantlarin ve bizim santiyenin oldugu taraf. sehir cok duz bir alana yayilmis, baktiginizda gorebildiginiz 2 tepe var, bu tepelere ciktiginizda nehir ve karsi yaka olmak uzere genis bir mesafeyi gorebiliyorsunuz. sol taraftaki tepede baskanlik sarayi ve bakanliklar, sagdakinde ise universite konumlanmis. oglenleri yemek sonrasinda yaptigimiz ufak sehir gezilerindeki ugrak noktalarimiz...
nehrin uzerinde ufak adaciklar, bu adaciklardan bir tanesinde de mustakil evlerin oldugu iki site var. bizim ev o sitelerden ikincisi olan Cite de Nijer 2'de. evden sehir merkezine ve santiyeye uzakligimiz araba ile 15 dakika. sehirde biraz dolastiginizda, tepelerden gordugunuz yaygin karolaj sistemi algiliyorsunuz, cift seritli yollar, birbirine paralele tek yon sokaklar... ancak haliyle ana yollar haricinde yan yollar toprak. su ana kadar insa edilmis kanalizasyon sistemi yok, ana veya ara fark etmeden tum yollarin yaninda sehrin kanalizasyonunu nehre tasiyan kanallar var. halkin yikanmak ve bulasigini, elbiselerini yikamak icin kullandigi su ise nehrin suyu, garip bir kisirdongu... kiyafetler yikandiktan sonra, etraf senlik alanina donuyor, neresi olduguna bakmadan yikadiklari tum kiyafetleri etrafa seriyorlar, ister cit, ister yolun kenarinda bos bir arazi, ister duvar olsun, tum kurutma islemleri buralarda oluyor. kendileri yikandiklarinda ise ayri bir senlik, kadin erkek, coluk cocuk kimseden cekinceleri olmadan nehrin icinde, gulerek, konusarak, sarki soyelerek yikaniyorlar.
nehirin topragi bereketli, yagmur sezonunda sular yukseliyor, kurumus olan araziler suyun altinda kaliyor. bizim eve giderken uzerinden gectigimiz ufak bir kopru var, nehrin evlerin arazisini ada gibi cevreledigi ufak kolu. nisan ayinda buraya geldigimde insanlarin birseyler ekip bictikleri yemyesil bir alandi, su anda ise girip yikandiklari nehrin kolu...
toplu tasima daha yayginlasmamis, sansliysaniz sehirde olan bir veya iki otobusu arasira goruyorsunuz. tasima genelde yesil, minibusten bozma, yanlari hava alsin diye baklava seklinde acilmis, kapi yerleri sokulmus, muavini sokaga dusmekten koruyan bir tel veya ip gerilmis, her iki dakikada bir duran araclar ile yapiliyor. bu araclarin haricinde taksi, bisiklet veya motorsiklet... eger bisiklet veya motorsiklet kullanmiyorsaniz, Istanbul'da yasamis biri icin trafik problem degil. ancak erkek, kadin, yasli, genc bircok kisinin arabalardan cok daha tehlikeli oldugunu dusundugum motorsikletleri var. motorsikletler sadece insan tasimak icin degil, canli veya olu keciden, sandalyeden dolaba, cuvallara kadar akliniza gelebilecek veya gelemeyecek herseyi tasimak icin kullaniliyor. ya yan aynalari yok, var ise de ice dogru kivrilmis sekilde duruyor... yagmur bastirdiginda tum motor ve bisikletleri, benzin istasyonlarinda pompalari korumak icin yapilmis sundurmalarin altinda yagmurun dinmesini beklerken goruyorsunuz. yer bulamayan veya yetisemeyenler ise sanki normal havada gidiyorlarmis gibi yollarina devam ediyorlar.
Monday, August 01, 2005
eden village
ismi gibi bir yer... simdiye kadar Bamako'da gordugum en keyifli yerlerden biri. nehir kenarinda palmiye agaclarinin altinda havuza karsi sezlonglarda keyif yapmak mi daha guzel yoksa taslik zeminin icine kurulmus plaj voleybolu sahasinda yalin ayak voleybol oynamak mi... cok fazla insanin bilmedigi, pazar gunleri gidilip, haftanin is stresinin kesinlikle atilabilecegi ancak hamagin daha kesfedilmedigi Eden Village...
Wednesday, July 20, 2005
evet bu ülke fakir, pis, sıcak, kesinlikle üçüncü dünya ülkesi ama garip bir şekilde huzurlu...
insanların yaşam mücadelesi alıştığımız, evdeki yaşam mücadelelerinden çok farklı. kanalizasyon kenarında yaşıyor olmaları (yemek, uyumak, eşya yıkamak, yıkanmak, vs. ) hiçbirşeyi değiştirmiyor. sokakta yürürken yanınızdan geçen ile selamlaşmak garip değil, tek bir kelime yetiyor; ister Fransızca, ister İngilizce, ister Bambaraca olsun. Türkiye'de özellikle büyük şehirlerde sokakta birine günaydın demeyi deneyin bakalım alacağınız surat ifadesi nasıl olacak... bunca yokluğa karşı hayata karşı garip bir bağlılıkları belki de kabullenmişlikleri var. 40 derece güneşin altında buldukları en ufak gölgede toz toprak olmasına aldırmadan uyumaları, etrafı sel götürürken yağan yağmurun altında duş almaları hala şaşkınlıkla baktığım durumlar ancak gariptir bu durumu bende kabullendim galiba... şaşırıyorum ama yadırgamıyorum...
Tuesday, July 19, 2005
"Patio"
"Patio" is a small restaurant beside the French Cultural Center in Bamako. Normally we go to this cozy place to have a coke at the lunch break but today we made a difference and went there for lunch which gave us the opportunity to stay there more then an hour. During the four months I spent in West Africa there was only two or three occasions which I felt I was not in Africa and today was one of them... The restaurant is a one storey building which has a rectangular patio in the middle. We were seated on the bambou chairs around the patio listening african music, staring to the white walls decorated with B&W photographs of the african musicians and staring to the clear blue sky through patio's ceiling. Feeling the light breeze on my face caused by the ventilators on the tatch coverd ceiling while the music changed to Phil Collins's long forgotten song, I felt I was in the 70's sitting at a beach restaurant somewhere around the world... Which was a refreshing feeling in the middle of a hot African day...
Subscribe to:
Posts (Atom)